26 Nisan 2021

Quo Vadis - Evrendeki Uzak Menzil


    Yanıyor... O güzelim şehir günlerdir cayır cayır yanıyor...

    Alevler şehrin neredeyse üçte birini yutup, kül ettti bile. Bu kentte yangınlar hiç eksik olmaz zaten, hele hele evlerin genellikle ahşap veya kerpiçten olduğu fakir bölgelerde hiç eksilmez. Ama bu defa farklı, bu defa çok daha büyük ve günlerdir neredeyse altı gündür nefes aldırmaksızın devam ediyor yangın. Alevlerden ve dumandan artık gece gündüz birbirine girmiş, halk arasında tam bir panik yaşanıyor. Oradan çıkmanın ve ayrılmanın zamanı, zira artık onun için bile dayanılacak gibi değil durum.

    Havari Petrus’ta Roma'dan ayrılanlar arasındaydı. Aslında hem yangından ve hem de acımasız imparatorun zulmünden kaçıyordu. Onun din kardeşlerine karşı Neron delicesine zalimdi, hem de çok fazla.

    O şimdi canını kurtarıyordu belki, ama içinde bir kaygı da vardı ruhunun derinlerinde. Sanki görevini yarım bırakmış gibi hissediyordu kendisini bir diğer taraftan. Ya O görünürse tekrar, ne diyecekti kendisine? Nasıl cevap verebilirdi? Aydınlanmayı bekleyen kardeşlerimi bıraktım ve onları terk ediyorum mu diyecekti.

    Korktuğu başına geldi bile çok geçmeden. Şehre doğru ilerleyen bir ışık demeti içinde gördü O’nu, kendisinin ortada bıraktığı kardeşlerini kurtarmaya gidiyordu muhakkak. Nereye gittiğini öğrenmek istiyordu. Yere diz çöktü pişmanlıkla ve yalvarırcasına seslendi; “Ey yüce efendim, quo vadis?”

    Ben de aynı soruyu sordum Defne'ye;”Güzel kızım nereye gidiyorsun?”. Lyon Bellecour’da dev bir dönme dolap kurmuşlar oraya gidiyormuş, evden çıkıp atladık arabaya beraber gittik. Dönme dolabın yüksekliği yaklaşık altmış metre ve benim için çok fazla yüksek. Ama hızı daha makul düzeyde ve saatte neredeyse dört kilometre. Bu hızla yarı çapı hemen hemen otuz metre gibi kabul edilecek bir daire boyunca, az bir zamanda tamamlıyor turunu.

    İkimiz dönme dolaptayken, bizimle beraber dünyamız ise saatte 1670 kilometre hızla kendi çevresinde ve yine saatte 108 bin kilometre hızla ise yıldızının etrafındaki yörüngesinde dönüyor.

    Peki ya Güneş? O çapı yaklaşık olarak 100 bin ışık yılı olan Samanyolu gök adası içinde, merkeze 25 bin ışık yılı yarı çaplı yörüngesi üzerinde, yine saatte yaklaşık 720 bin kilometre hızla dönüyor ve her bir turunu yaklaşık olarak 240 milyon yılda tamamlıyor.

    Yukarıdaki rakamlar arasında; bir ışık yılının aslında bir mesafe ölçüsü ve 1 trilyon kilometrenin çok az üzerinde olduğunu, ilk örneklerinin zamanımızdan 300 bin yıl önce olmakla birlikte, "Homo Sapiens" bir diğer deyişle "Bilen İnsan" nın bilgili davranışlarının neredeyse 100 bin yıl önceye tarihlendiğini ve ortalama insan ömrünün ise bugün kabaca 80 yıl olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. 

    Pekala ya sen Samanyolu gök adası, saate 2,26 milyon kilometre hızla nereye gidiyorsun? Quo vadis?

    Samanyolu gök adasının durumu tam olarak Aşık Veysel'in de dediği gibi;

    "Şaşar Veysel işbu hale, gah ağlaya gahi güle, yetişmek için bir menzile, gidiyorum gündüz gece"

    Samanyolu yakınlarındaki diğer komşu gök adalar ile birlik olmuş 100 milyon ışık yılı uzağındaki Virgo üst grubuna, Virgo ise tüm bu yüküyle birlikte 250 milyon ışık yılı uzaklıktaki büyüklerin büyüğü 100 bin gök adadan oluşan farklı bir çekim merkezine ve hep birlikte 652 milyon ışık yılı uzaktaki daha da esrarengiz yerlere, menziline doğru "Yolcu yolunda gerek" misali ilerliyorlar. Söylemesi dile kolay, ama akıl ermez bu derinliğe. 

    Dün Alaska ile ilgili bir belgesel izledim. O bölgedeki gizli bir askeri nokta tanıtılıyordu ve oradan kıtalar arası nükleer balistik füzeleri kolaylıkla avlayabilecek bir atış gücüne sahip olduklarını gururla anlatıyordu birlik komutanı.

    Tüm yukarıda yazdıklarımı, birlik komutanının sözleriyle tekrar düşündüm. Gülümsedim kendi kendime ve dedim ki; "Tüm bu bilimi ve bunca bilgiyi yaratan ademoğlu nasıl bir akıllı canlıdır ki, aynı akılla kendi kendisini de yok etmenin sınırlarında gururla dans eder umursamazca."

    Bu yazıyı bir bilimkurgu ustası İsac Asimov'un, daha önceden de alıntıladığım bir hikayesinin kısaltılmış haliyle sonlandıracağım.

    ...Naron Rigel ırkındandı ve tüm gök adalardaki zekâları, gelişmiş ırkları kaydettiği büyük bir defteri vardı. Yeni bir bilgi gelmişti ve bir grup organizmanın daha olgunluğa eriştiği bildirilmişti. Harikaydı bu ve haberci gök adanın kod numarasını ve onun içindeki dünyanın konumunu söyledi. Naron o dünyayı biliyordu. Güzel bir yazıyla, adını alışkanlık olduğu üzere hakim nüfusunun aşina olduğu gibi kullanarak "Yerküre" yazdı. Hakim ırkının termo nükleer enerjiyi bulduğuna çok sevinmişti. Yakında gemileriyle uzayı tarayacak, federasyonla bağlantı kuracaklarını da biliyordu. Haberci uzay etkinliğinin çok sınırlı olduğunu söyleyince, şaşırdı Naron. Termo nükleer deneylerin ve patlamaların nerede yapıldığını çok merak etti. Cevap akıl karıştırıcıydı, zira kendi gezegenlerinde yaptıklarını söylediler kendisine. Altı metre boyunda olan Naron ayağa kalktı ve “Kendi gezegenlerinde mi?” diye gürledi. Kalemini çıkardı ve kara kaplı deftere yazdığı son adın üzerini çizdi. O zamana kadar görülmemiş bir şeydi bu, ama O çok bilgeydi ve hemen herkes gibi kaçınılmaz sonucu tahmin edebiliyordu.

 “Ahmaklar…” diye homurdandı.