18 Nisan 2021

Olympos Tanrıları Neredeler - Fermi Paradoksu


    Sen...evet evet sen Ares...sana diyorum...Sen bu Olympos dağında oturan tanrılar içinde tiksindiğimsin...

   İhtişamlı Zeus öfkeden çılgına dönmüş bir halde, oğlu savaş tanrısı Ares'e hiddetle haykırıyordu. Diğer taraftan Apollon ve Athena'da katıldılar tartışmaya ve onlar da bağırıyorlardı Ares'e;

    ...Sen kaleler yıkan, elleri kanlı, dönek, utanmaz, acımasız, deli ve kötülerin de kötüsü olanısın...

    Ares bu, savaşların tanrısı. Bu hakaretleri dinlemeye devam etmeyecekti elbette ve ağır bir intikam almaya karar verdi. Yanına yardımcıları; Korku, dehşet, fitne ve kız kardeşi yağmaların tanrıçasını da alarak köşesine çekildi. Dünya'ya, insanlara dehşet salacaktı, saldı da. Her köşede fitne, fesat, savaşlar, katliamlar, yağmalar yaşandı. İnsanlar içinde oluk oluk aktı kan, aynı nehirler gibi. Bu gidişe dur demek için Olympos dağı tanrıları da Ares'e karşı savaş açtılar.

    Ama nafile ve maalesef kazanan savaş tanrısı oldu. Belki de o günden beri bu sebepledir ki, savaşlar hiç eksilmeksizin devam eder durur insanlar arasında.

    Ares kazandı kazanmasına ama, Zeus'u da tahtından indiremedi bir diğer taraftan. Bir anlaşma yapıldı iki taraf arasında. Artık Olympos dağı tanrıları dünyaya ve insanlara karışmayacaklardı. Anlaşma anlaşmadır. Zeus şartları kabul etti ve dağdan dünyaya açılan tüm kapıları kapattı.

    O gün bugündür, kimse ne o dağdan, ne de tanrılarından haber alamadı ve zaman içinde unutuldular gitti. Ne yapıyorlar şimdi? Neredeler?

    Sahi neredeler?

    Drake denklemiyle o kadar da hesap kitap yaptık. Dedik ki;"İki ila yirmi dört bin tane daha farklı uygarlık olabilir gök adamız Samanyolu'nda" Neden hiçbirinden ses yok?

    Ama şu önemli bir bilgiyi de eklemek gerekli diye de düşünüyorum. Bir takım bilim insanları, ki sözlerinde güvenilir olanları, ulaşılabilecek uygarlık sayısını bir milyon adete kadar taşırken bir yandan, bazıları ise gök ada başına bir uygarlığa kadar da azaltıyorlar.

    İtalyan bilim adamı Enrico Fermi de yukarıdaki aynı soruyu daha bin dokuz yüz elli yılında, Drake denkleminden de, herkesten de önce sordu ve dedi ki;" Evrenin büyüklüğü, süre, adetler, tahminler, hesaplar, kabuller ortada ve akılcı da hepsi, ama neden henüz gezegenimiz dışından hiç bir uygarlıkla tanışmadık veya bir iz bile bulamadık. O zaman ortada bir paradoks, bir çelişkili sonuç yok mu?"

    Günümüzde aynı çelişki, yine aynı bilinmezlikle devam ediyor. Bugün dış uzayda pekçok, birkaç bin tane yaşanabilir ötegezegen bulundu bile. Aslında böyle dış gezegenler bulunması ve yıldızlarının yaşanabilir kuşakları içerisinde bulunan bu gezegenlerdeki var olan doğa şartları, bize olası farklı yaşam şekilleri hakkında bir fikir de veriyor bir diğer yandan.

    Birkaç on yıldır, bir yandan uzayı sürekli dinlerken ve bir diğer taraftan yine sürekli sinyal yaydığımız halde henüz kimseye ulaşamadık, kimse de gelip bizim kapımızı çalmadı. Koca uzayda bir derin, bir büyük sessizlik var. Ama yoldaki sondalarımız fiziki olarak farklı uygarlıkları arıyorlar, rahat olun.

    Ama yine de yok kimse.

    Uygarlıklar geliştikçe, doğal olarak enerji ihtiyaçları da artmaktadır. Bu durumdaki, yani ileri gelişmişlik seviyesindeki uygarlıkların gerekli taleplerini karşılayabilmek için bizim Dyson küresi dediğimiz, yıldızların yayılan enerjilerini toplayan panel kürelerini yıldızlarının etrafına kurmaları gerekir ki, yıldızlarından sonsuz enerjiyi elde etsinler. Ama ne o, ne de farklı boyutta hiçbir astromühendislik yapısına da henüz rastlamadık.

    Yok kimse.

    Güneşimizin ve parçası olduğumuz gezegen sisteminin oluşum süresi, insanoğlu uygarlığının geldiği seviye ve bunun için gerekli zaman düşünülürse, evrenimizin yaşı itibarıyla en azından bizimle aynı seviyede ve hatta daha da ileri pek çok fazla başka uygarlıkların olması beklenmelidir.

    O uygarlıkların da gezegenler arasında kolonileşmeye başlamış olmaları gerekir. Ancak böyle izlere de rastlamıyoruz. Akıllar biraz karışıyor burada, yanıt çelişkili. Zeki yaşam çok seyrek olabileceği gibi, diğer zeki varlıkların ya kaynakları kıt değil ve başka yerde aramıyorlar, ya da bizim gibi aç gözlü ve böylesine insana değin bir hükümranlık duygusu içinde değiller belki.

    Yok hakikaten yok kimse.

    Aslında yavaş yavaş paradoksu anlamlandırmaya başladık bile. Burada biraz teorisyenleri de dinlemek gerekli.

    Bir takım teorisyenler, bu büyük sessizliğin Dünya dışı yaşamın var olmadığına işaret ve aslında kanıt olduğunu savunuyorlar.

    Ben aynı görüşte değilim; ya verileri yanlış okuduğumuzu, ya aramadaki gözlem kriterlerimizin yanlış olduğunu veya daha yeterince aramadığımızı düşünenlerdenim. Sabırla sebep sonuç ilişkisi üzerine kafa patlatmalıyız ve aramaya devam etmeliyiz diyenlerdenim.

    Bilim adamları ve toerisyenlerin bazıları da diyorlar ki;

    İnsan gibi karmaşık yaşam formları çok özeldir ve gerekli şartlar her zaman öyle kolaylıkla oluşmayacağı için, gezegenimiz de biz de yeganeyiz, boşuna başkasını aramayın.

    Ya da;" Evrimin bir amacı, bir doğrusu yoktur ve rastgele oluşur." diyerek ekliyorlar ki; "Ya zekanın oluşumu raslantısal bir evrimleşme ise, gelin gezegenimizdeki zekanın türler arasındaki dağılımına bir bakın hele". Yani başkasını aramayın boşuna.

    Pekala diyorlar bir diğer bazıları;"Diyelim evrenimizde yaşam yaygın, diyelim zeki yaşam da yaygın, peki ya endüstri gelişmemişse. Ya da gerekli başlangıç ateşleyicisi yoksa. Örneğin biz fosil yakıtlarla aşama kaydetmedik mi?" O zaman aramaya devam edelim diyorlar.

    Ya, yaşam zeki ama yaşayanlar akıllı değilse ve kendilerini yok ediyorlarsa. Biz değil miyiz gezegenimizi, yegane yaşam alanımızı umarsızca ve geri dönülmez bir şekilde kirleten. Biz değil miyiz, uygarlığımızı bir kaç defa yok edecek kadar ve gezegenimizi yaşanmayacak bir yer haline getirecek sayıda nükleer bomba imal eden. Evet, evet aramaya devam edelim.

    Ya belki zeki yaşamın hücre DNA diziliminde bir şifre satırı varsa ve bu satır diğer zeki çeşitliliği ortadan kaldırmayı emrediyorsa ve aradığımız uygarlıklar biz daha onları aramaya başlamadan önce birbirlerini yok ettilerse. Kalanlar ise bundan haberdar ve bu yüzden sessiz kalıyorlarsa. Arayalım onları.

    Evrenin gerçek boyutlarını her geçen gün biraz daha iyi anlıyoruz ve büyüklüğü günden güne daha da çok gözler önüne seriliyor. Ya bu büyüklük ve uzaklıkların devasa oluşu, ışık hızında giden radyo dalgaları için bile iletişimi neredeyse olanaksız kılıyorsa. Bunca muazzam derinlik ve iletişimin zorlukları varken, zeki uygarlıklar yeşeriyor ve yok oluyorsa, bir birimize denk düşememe olasılığımız da hiç azımsanmayabilir aslında. Ama yine de onları aramaya devam edelim.

    Belki onlar da bizi arıyorlar. Belki de bu tarafa biz daha, biz olmadan önce baktı birileri ve sonra başka kesitlerde devam ettiler arayışa. Yani belkide insanlık olarak yeterince zamandır var değiliz veya yeterince zamandır aramıyoruz diğerlerini. Herşey o kadar çok fazla ve çok uzak ki denk düşememe olasılığı hiç azımsanmayacak kadar fazla. Yorulmadan aramaya devam edelim onları.

    Teknolojik seviyemiz uyarınca, belki doğru yöntemle aramıyoruz onları veya belki de aradıklarımızın çok umurlarında değil bulunmak. Belki de onlar artık radyo dalgaları ile değil de, düşünsel şekilde iletişimdeler ve biz de Pasifik okyanusu üzerindeki bir adadan duman işaretleri ile İstanbul'a mesaj iletmeye çalışıyorsak.

    Belki de bizim gibi değiller. Bizim için önemli olan şeyler onlar için değil, merak etmiyorlar belki başkalarını veya merak edilmek istemiyorlar başkaları tarafından. Belkide yeterince teknoloji geliştirmediler, belki bu açıdan bizden geriler ve arandıklarının farkında değiller. Ama yine de biz onları aramaya bıkmadan, usanmadan devam edelim.

    Ama belki de buradalar veya çok yakındalar ve bizi henüz bilemediğimiz bir şekilde takip ediyorlar.

    Bir gerginlik oluştu sırtınızda değil mi? Ben birilerinin orada, evrenimizin bir köşesinde olduklarını düşünenlerdenim ve onlarla iletişimin bir gün, bir şekilde kurulacağına da eminim.

    Belki bugün, belki yarın, belki yarından da yakın.