Yanıyor... O güzelim şehir günlerdir cayır cayır yanıyor...
Alevler şehrin neredeyse üçte birini
yutup, kül ettti bile. Bu kentte yangınlar hiç eksik olmaz zaten, hele hele
evlerin genellikle ahşap veya kerpiçten olduğu fakir bölgelerde hiç eksilmez.
Ama bu defa farklı, bu defa çok daha büyük ve günlerdir neredeyse altı gündür
nefes aldırmaksızın devam ediyor yangın. Alevlerden ve dumandan artık gece
gündüz birbirine girmiş, halk arasında tam bir panik yaşanıyor. Oradan çıkmanın
ve ayrılmanın zamanı, zira artık onun için bile dayanılacak gibi değil
durum.
Havari Petrus’ta Roma'dan
ayrılanlar arasındaydı. Aslında hem yangından ve hem de acımasız imparatorun
zulmünden kaçıyordu. Onun din kardeşlerine karşı Neron delicesine zalimdi, hem
de çok fazla.
O şimdi canını kurtarıyordu belki,
ama içinde bir kaygı da vardı ruhunun derinlerinde. Sanki görevini yarım
bırakmış gibi hissediyordu kendisini bir diğer taraftan. Ya O görünürse tekrar,
ne diyecekti kendisine? Nasıl cevap verebilirdi? Aydınlanmayı bekleyen
kardeşlerimi bıraktım ve onları terk ediyorum mu diyecekti.
Korktuğu başına geldi bile çok
geçmeden. Şehre doğru ilerleyen bir ışık demeti içinde gördü O’nu, kendisinin
ortada bıraktığı kardeşlerini kurtarmaya gidiyordu muhakkak. Nereye gittiğini
öğrenmek istiyordu. Yere diz çöktü pişmanlıkla ve yalvarırcasına seslendi; “Ey
yüce efendim, quo vadis?”
Ben de aynı soruyu sordum
Defne'ye;”Güzel kızım nereye gidiyorsun?”. Lyon Bellecour’da dev bir dönme
dolap kurmuşlar oraya gidiyormuş, evden çıkıp atladık arabaya beraber gittik.
Dönme dolabın yüksekliği yaklaşık altmış metre ve benim için çok fazla yüksek.
Ama hızı daha makul düzeyde ve saatte neredeyse dört kilometre. Bu hızla yarı
çapı hemen hemen otuz metre gibi kabul edilecek bir daire boyunca, az bir
zamanda tamamlıyor turunu.
İkimiz dönme dolaptayken, bizimle
beraber dünyamız ise saatte 1670 kilometre hızla kendi çevresinde ve yine
saatte 108 bin kilometre hızla ise yıldızının etrafındaki yörüngesinde dönüyor.
Peki ya Güneş? O çapı yaklaşık olarak
100 bin ışık yılı olan Samanyolu gök adası içinde, merkeze 25 bin ışık yılı yarı
çaplı yörüngesi üzerinde, yine saatte yaklaşık 720 bin kilometre hızla dönüyor
ve her bir turunu yaklaşık olarak 240 milyon yılda tamamlıyor.
Yukarıdaki rakamlar arasında; bir ışık
yılının aslında bir mesafe ölçüsü ve 1 trilyon kilometrenin çok az üzerinde
olduğunu, ilk örneklerinin zamanımızdan 300 bin yıl önce olmakla birlikte,
"Homo Sapiens" bir diğer deyişle "Bilen İnsan" nın bilgili
davranışlarının neredeyse 100 bin yıl önceye tarihlendiğini ve ortalama insan
ömrünün ise bugün kabaca 80 yıl olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
Pekala ya sen Samanyolu gök adası, saate
2,26 milyon kilometre hızla nereye gidiyorsun? Quo vadis?
Samanyolu gök adasının durumu tam
olarak Aşık Veysel'in de dediği gibi;
"Şaşar Veysel işbu hale, gah
ağlaya gahi güle, yetişmek için bir menzile, gidiyorum gündüz gece"
Samanyolu yakınlarındaki diğer komşu
gök adalar ile birlik olmuş 100 milyon ışık yılı uzağındaki Virgo üst grubuna,
Virgo ise tüm bu yüküyle birlikte 250 milyon ışık yılı uzaklıktaki büyüklerin
büyüğü 100 bin gök adadan oluşan farklı bir çekim merkezine ve hep
birlikte 652 milyon ışık yılı uzaktaki daha da esrarengiz yerlere, menziline doğru
"Yolcu yolunda gerek" misali ilerliyorlar. Söylemesi dile kolay, ama
akıl ermez bu derinliğe.
Dün Alaska ile ilgili bir belgesel
izledim. O bölgedeki gizli bir askeri nokta tanıtılıyordu ve oradan
kıtalar arası nükleer balistik füzeleri kolaylıkla avlayabilecek bir atış gücüne
sahip olduklarını gururla anlatıyordu birlik komutanı.
Tüm yukarıda yazdıklarımı, birlik
komutanının sözleriyle tekrar düşündüm. Gülümsedim kendi kendime ve dedim
ki; "Tüm bu bilimi ve bunca bilgiyi yaratan ademoğlu nasıl bir akıllı
canlıdır ki, aynı akılla kendi kendisini de yok etmenin sınırlarında gururla
dans eder umursamazca."
Bu yazıyı bir bilimkurgu ustası İsac
Asimov'un, daha önceden de alıntıladığım bir hikayesinin kısaltılmış haliyle
sonlandıracağım.
...Naron Rigel ırkındandı ve tüm gök adalardaki zekâları, gelişmiş ırkları kaydettiği büyük bir
defteri vardı. Yeni bir bilgi gelmişti ve bir grup organizmanın daha
olgunluğa eriştiği bildirilmişti. Harikaydı bu ve haberci gök adanın kod
numarasını ve onun içindeki dünyanın konumunu söyledi. Naron o dünyayı
biliyordu. Güzel bir yazıyla, adını alışkanlık olduğu üzere hakim nüfusunun
aşina olduğu gibi kullanarak "Yerküre" yazdı. Hakim ırkının termo
nükleer enerjiyi bulduğuna çok sevinmişti. Yakında gemileriyle uzayı tarayacak,
federasyonla bağlantı kuracaklarını da biliyordu. Haberci uzay etkinliğinin çok
sınırlı olduğunu söyleyince, şaşırdı Naron. Termo nükleer deneylerin ve
patlamaların nerede yapıldığını çok merak etti. Cevap akıl karıştırıcıydı, zira
kendi gezegenlerinde yaptıklarını söylediler kendisine. Altı metre boyunda
olan Naron ayağa kalktı ve “Kendi gezegenlerinde mi?” diye gürledi.
Kalemini çıkardı ve kara kaplı deftere yazdığı son adın üzerini çizdi. O zamana
kadar görülmemiş bir şeydi bu, ama O çok bilgeydi ve hemen herkes gibi
kaçınılmaz sonucu tahmin edebiliyordu.
“Ahmaklar…” diye homurdandı.