3 Mayıs 2021

Shqiptar'ın Seyir Defteri; Vay Be, Dur Bakalım

  Konuyu ciddi olarak 13 Mart 2021 tarihinde konuşmaya başladık. Ancak artık bugün kafama iyice yattı ve aslında cesaretim tam geldi demek daha doğru olur.

    Bu konunun gerçekten kafama yatmasının en önemli sebebi, kendi yaşam kurgum hakkında aldığım bir takım ara kararlar aslında. Kendime bundan böyle nasıl bir hikayeyi uygun buluyorum veya bulacağım.

    İnsanlar konuşurken veya akıl verirken mangalda kül bırakmıyorlar, aynı benim gibi. Ancak iş uygulamaya gelince işin rengi hiçbir zaman aynı olmuyor, aynı benim de yaptığım gibi. Kendime haksızlık etmemek daha doğru olur aslında, sonuçta ben de bir insanım. Günahıyla sevabıyla, etten kemikten bir ademoğluyum şunun şurası. Ne diyordu büyük ozan;

  ... Sonra. Sonra dokuz eylülde İzmir'e girdik ve Kayserili bir nefer yanan şehrin kızıltısının içinden gelip öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, Güneyden Kuzeye, Doğudan Batıya Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

    Ve biz burada bitirdik destanımızı. Biliyoruz ki layığınca olmadı bu kitap.

    Türk halkı bağışlasın bizi, onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar, korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar ve kahreden ve yaratan ki onlardır, kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...

    Gelelim bugüne; ve o insanlardan, o kadınlardan, o erkeklerden ve o çocuklardan yaklaşık yüz yıl sonra ki, tüm hepimiz olarak onlara bugün hiç layık olmadığımızı düşünüyorum, kendi maceralarımı yazacağım bu satırlara.

    Ama eğri oturup düz konuşalım elbette. Onlar can verip, can aldılar ve bir milleti özgür kıldılar. Onlardan yüz yıl sonra bugün yaşamın bir anındaki bizlere bugünü verdiler, hem de neler pahasına.

    Niye mi böyle bir giriş yaptım bu günceye, çok severim zira Nazım Hikmet'in satırlarını. İlk olarak babam sayesinde tanıdım kitaplarını ve yine babam sayesinde sevdim o büyük ozanı. Böyle bir girişle hem gözlerimi açmamı sağlayan ancak artık yanımda olmayan babamı ve hem de burada yazacağım güzel ve eğlenceli maceraların hikayelerini yaşayabilme şansımı özünde borçlu olduğum insanları hiç bir zaman unutmadığımı söylemek istedim.

    Ve dediğim gibi ben de onlardan biri, bir sıradan insan. Çok mu karışık oldu bu satırlar? Olmasa şaşardım zaten. Nedendir bilemiyorum daha kısa yoldan giderek yazmayı beceremiyorum. 

    ...Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

    Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin onu sevdiğinden…

    Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın.

    Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin.

    İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları…

    Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir  şeylerin...

    Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Mesela turuncuya, ya da pembeye. Ya da cennete ait olacaksın.

    Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

    İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak... Diyor Can Yücel usta.

    Pekala, ben dahil bugüne gelene kadar zaten yeterince bedel ödemedik mi? Ter dökmedik, sorun çözmedik ve yılları başkaları için yaşamadık mı? Elbette yaşadım ben de ve artık kalanı, eh ne kadar varsa o kadarı, artık benim.

    Bir arkadaşımdan geldi bu teklif, ama ne teklif. Para pul değil, iş güç değil, hırslı rekabetçkoşturmaca hiç değil ...

    Vay be, dur bakalım...