Yegâne olduğunu düşündüğümüz, tek ve biricik Evrenimiz ne kadar büyük?
Ne kadar büyük olabilir ki?
Bilim insanları ne biliyorlar ve bize ne söylüyorlar?
Konuyu daha kolay nasıl anlarız?
Bu konuları araştırarak deşerken, yeni bir farkındalığa sahip oldum. Bildiklerim aklıma biraz daha fazla sindi, yeni öğrendiklerim ise bir o kadar daha çok. Uzun lafın kısası, bu evrenin; ucu, bucağı ve sonu da olmayabilir. Küp, küre, prizma veya her yöne sonsuza uzanıyor da olabilir. En azından şunu söyleyebilirim ki, bu şekilde inanmamı sağlayacak veriler, farklı bir sonuca varmamı sağlayacaklardan çok daha fazla.
Gözlemleyebildiğimiz, anlamaya çalıştığımız, tahmin ettiğimiz,
hesap ettiğimiz veya "aman böyle kabul edelim yoksa işler daha da karışacak"
dediğimiz Evrenimizin, genişliği doksan iki milyar ışık yılı civarı diyor bilim
insanlarının bir bölümü. Farklı bir bölüm şöyle diyor; "bu görüş Dünya’yı
evrenin merkezine koymak olacaktır, yanlış yapıyor olabiliriz". Çok
mantıklı. Hani Dünya’nın Samanyolu üzerindeki konumunu biliyoruz, ya
gökadamızın bu uçsuz bucaksızlıktaki yerini tam olarak bilebiliyor muyuz? Hayır,
aslında kocaman bir hayır...
Konuyla ilgili okuduğum bir bilgiye şöyle ek bir yorum
getirdim kendimce; denizde seyir halindeki bir gemiden karayı görmemek veya
görünen kara kıyısına olan mesafeyi yarıçap kabul edip, o geminin denizin tam
ortasında olduğunu veya buradan hareketle denizin genişliğini tahmin etmek
hatalı olabilecektir.
Aslında bu yukarıdaki cümle şunu da ifade ediyor beraberinde; tam olarak bu sonsuzluğun neresinde olduğumuzu bilemediğimiz için, gerçekte Evren bildiğimizin çok, ama çok ötesinde bir uçsuz bucaksızlık da olabilir. Dedim ya gel de şimdi, ayıkla bakalım pirincin taşını...
Aslında bu yukarıdaki cümle şunu da ifade ediyor beraberinde; tam olarak bu sonsuzluğun neresinde olduğumuzu bilemediğimiz için, gerçekte Evren bildiğimizin çok, ama çok ötesinde bir uçsuz bucaksızlık da olabilir. Dedim ya gel de şimdi, ayıkla bakalım pirincin taşını...
İnsanlık yeni bilgilere erişene kadar, biz bu bildiğimizi düşündüğümüz boyutları biraz daha anlamaya çalışalım. Bu arada bir detayı da hatırlatmak ve aşağıda çokça tekrarlayacak olacağım “Işık Yılı” teriminin, zaman değil ancak bir mesafe ölçüsü olduğunu ve ışığın “bir yılda” aldığı yolu; yani yaklaşık olarak dokuz buçuk trilyon kilometreyi ifade ettiğini tekrar belirtmek isterim.
Biraz daha anlaşılabilir olmak için şöyle ek bir iki örnek vereceğim; Dünya ve Ay arasındaki uzaklık yaklaşık bir buçuk ışık saniyesi iken, Dünya ve Güneş arasındaki ortalama uzaklık ise sekiz ışık dakikasıdır. Anlayacağınız inanılmaz boyutlardan konuşacağız.
En yakın komşular…
Öncelikle yakınlarımıza bakalım
ve içinde bulunduğumuz sisteme en yakın yıldız sistemi ile başlayalım;
Alpha Centauri sistemi. Şu yukarıdaki resimdeki iki parlak yıldız Dünyamıza
yaklaşık dört ışık yılından biraz fazla, kırk trilyon kilometre civarı bir mesafede
yer alıyor.
Bu mesafeyi devasaymış gibi değerlendirebiliriz, ancak gökadamızın çapının yüz yirmi bin ışık yılı olduğunu ve beraberinde bildiğimiz evrenimizin tahmin ettiğimiz boyutlarını da düşünürsek, nasıl bir heybetli büyüklüğün içerisinde olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır. O zaman Alpha Centauri kapı komşumuz oluyor elbette.
Bu mesafeyi devasaymış gibi değerlendirebiliriz, ancak gökadamızın çapının yüz yirmi bin ışık yılı olduğunu ve beraberinde bildiğimiz evrenimizin tahmin ettiğimiz boyutlarını da düşünürsek, nasıl bir heybetli büyüklüğün içerisinde olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır. O zaman Alpha Centauri kapı komşumuz oluyor elbette.
Gözleyebildiğimiz
Evren'e, büyüklüğü bir ucundan diğer ucuna milyarlarca ışık yılı olan bir ülke
diyelim. Bu devasa ülkenin milyarlarca gökadası yani şehirleri olsun, bunlardan
bir tanesi de bizim şehrimiz yani, aşağıda gördüğünüz Samanyolu gökadası
olduğunu kabul edelim.
Yukarıda da belirttiğim gibi; gökadamız bir kenarından bir
diğer kenarına, yaklaşık yüz yirmi bin ışık yılı boyunda. Hani ışık hızında,
yani saniyede üç yüz bin kilometre bir hızla bile yol alabilsek, yüz yirmi bin
yıl veya yaklaşık bir milyon yüz elli bin trilyon kilometre devam edecek bir
yolculuktan bahsediyoruz. Kolaylıkla binlerce hayat sürer, bir ömür yapamaz bu
yolculuğu. Diyorum ya inanılmaz büyüklüklerden bahis ediyoruz.
Bir gün desek ki; gökadamızdaki yıldız sistemlerine bir göz atalım, peki atalım atmasına ama iki yüz milyar ila bir trilyon adet yıldız var oralarda. Demek ki ışık hızı dahi yeterli olmuyor bu gibi yolculuklar için. Ancak boyut atlayabilmek veya üst uzayda yolculuk yapabilmek mecburiyetindeyiz. Yani; bir anda bir yerde yok olup, hemen bir sonraki anda ise farklı bir yerde var olabilmek veya bir sabun köpüğü içinde farklı boyutta yol alabilmekten bahsediyorum.
Peki ya Güneş…
Hayat kaynağımız. O ise, saatte sekiz yüz yirmi sekiz bin
kilometre veya bir diğer değişle her saniye iki yüz otuz kilometre yol
alabilecek bir hızla ilerleyerek, gökadamız Samanyolu’nun etrafındaki turunu
yaklaşık iki yüz elli milyon yılda bir tamamlıyor. Ne demek bu? Yaklaşık olarak
kilometre olarak ikinin yanına on beş tane sıfır koyarsak yörüngenin yol
uzunluğunu anlarız. İşte, Güneş oldu olalı enikonu sadece on sekiz tur
atabilmiş gökadamızın çevresinde.
Komşu
Andromeda gökadası…
Hani bir gün çarpışacak olduğumuz gökada. O ve Dünya arası uzaklık
ise sadece iki buçuk milyon ışık yılı. Yani neredeyse; dokuz buçuk trilyon kere
iki buçuk milyon kilometre mesafe demektir.
On milyon ışık yılı çapındaki çevremizde yaklaşık elli dört gökada bulunuyor. Daha ötelere ulaşınca; yüz elli ila, iki yüz elli milyon veya birtakım bölgelerde bir buçuk milyar ışık yılı uzunluğunda “Gökada duvarları” var olabiliyor. Evren buralarda bitmiş gibi görünüyor. Ancak bu durumdan çok emin değil bilim insanları, çünkü birtakım bölgeler ışık hızından daha hızlı bir şekilde bizden uzaklaşmış ve gözlem alanımızdan çıkmış olabilir.
Konumumuz ile ilgili pek çok teori ortaya atılmakta. Evren,
bildiğimiz ve hayal gücümüzün çok ötesinde büyük ve her saniye yetmiş dört
kilometreden biraz daha fazla hızla genişlemeye devam ediyor. Samanyolu
gökadası saniyede altı yüz otuz kilometre, bir diğer deyişle saatte iki milyon
iki yüz altmış bin kilometre yol alıyor ve altı yüz elli iki milyon ışık yılı
mesafedeki hedefine doğru ilerliyor. Bu esrarengiz noktaya tek başına da
ilerlemiyor. Yüz bin gökada hep beraber bu noktaya ilerliyorlar.
Evimiz olan Dünyamız üzerinde, kayıtlara göre her yeni yirmi dört saatte ortalama yaklaşık yarım milyon insan doğuyor veya ölüyor, diğer taraftan uzayda Samanyolu gökadasında ise her gün neredeyse çeyrek milyar yeni yıldız doğuyor veya yok oluyor. Bu hiç şaşırtıcı değil. Evrenimiz bünyesinde yeni teorilere göre yaklaşık bir trilyon adet civarı gökada ve her birinde yüzlerce milyar yıldız ve yine azımsanmayacak sayıda yıldız fabrikası sayısız bulutsular da var.
Bu aşamada “Yıldızlararası Voyager Operasyonu” nu hatırlamak
gerekli…
1977 yılında insansız iki uzay aracı kısa aralıklarla, NASA
tarafından uzun bir keşif görevi için uzaya fırlatıldılar. Amaç uzak
gezegenleri ve dış güneş sistemini keşfetmektir. Bugün hızları yaklaşık olarak
saniyede on yedi kilometre, günümüze kadar aldıkları yol yaklaşık on sekiz
milyar beş yüz bin kilometrenin üzerinde ve bu kâşifler yıldızlar arasındaki boşluk bölgesine ulaşılmış
durumdalar.
Aslında o kadar uzaktalar ki, bulundukları yerden Dünya’ya gönderdikleri mesaj sinyalleri on yedi saatte anca ulaşabiliyor bilim insanlarına. Artık derin uzayda yol almaktalar, insanlığın elçileri. Gerçekte yukarıda dikkat çekmek istediğim konulardan biri; kırk senede on dokuz milyar kilometre civarı yol alıp, ancak ve sadece güneş sisteminin sınırına gelebildiğimizdir. Görülüyor ki insanlık henüz uzay yolculuklarının çok başındadır ve geliştirilmeyi bekleyen daha pek çok yeni teknoloji ve icat var önümüzde.
Evreni sadece bu kadar gözlemiyor elbette insanoğlu. Üç tane daha, akıllı, gezgin, pahalı ve insanoğlunun Evren’i keşfetme yolunda gözü kulağı olan ve olacak olan uzay teleskopu daha var sırada; Kepler, Hubble ve James Webb teleskopları.
2009 yılında uzaya fırlatılan yukarıdaki “Kepler Uzay
Teleskobu” ile başlayalım…
Yolculuk görevi, kendi gökadamızda
bulunan diğer yıldızların yörüngelerinde yer alan, Dünya benzeri gezegenleri
bulmaktır. Bir diğer deyişle insanoğlu uzayda acaba nerelerde yeni koloniler
kurabilir sorusuna cevaplar üretmektir. Görev tanımına bir diğer yaklaşım ise;
uzayda yaşam formumuza uygun veya farklı yaşam formlarının barınabileceği
gezegenleri aramak şeklinde de özetlenebilir.
Yolculuğunun başında arızalanan teleskop, becerikli bilim insanları sayesinde yeni görevine devşirildi. Böylelikle Kepler uzay teleskopu bugüne kadar, dört binin üzerinde gezegen olarak kabul edilecek yeni aday keşfetti. Bu bağlamda NASA haklı olarak ve gururlu bir şekilde, ”Dünya benzeri” dış gezegenler bulduklarını açıklıyor sıklıkla.
2009 yılında uzaya fırlatılan teleskobun, çok önemli ve dâhiyane bir yörünge tercihi var. Bildiğiniz gibi, Dünya’nın çevresi kullanım dışı pek çok alet edevat ve çöple dolu, tüm bu çöpler küremiz çevresindeki yörüngelerde seyrediyorlar. Kepler uzay teleskobu ise, hemen Dünya’nın yanı başında, ama Güneş’in çevresinde dolaşır. Bilimsel deyişle; Heliocentric yani Güneş merkezli bir yörüngede yol alır. Bunun amacı, Dünya tarafından engellenmeden kesintisiz olarak Güneş sistemi dışındaki öte gezegenleri keşfetmek ve bunun için derin uzayı gözlemlemektir.
Sırada Hubble Uzay
Teleskobu var…
Hubble Uzay Teleskobu ise; bizlerden beş yüz elli dokuz
kilometre yukarıdaki yörüngesinde, yedi buçuk kilometreyi yaklaşık bir saniye
de aşan hızla yol alır. Bir şehirlerarası otobüsü uzunluğunda, büyüklüğünde ve
ağırlığında ve ancak bir ütüden daha fazla enerjiye ihtiyaç duymayan, iki buçuk
metre çapındaki aynasıyla uzayın gizemlerini arayan, dönemsel bakımları ve
arıza giderme çalışmaları ise astronotlar marifetiyle yapılan bir büyük
yörüngesel gözlemevidir.
Üçüncü sırada James Webb teleskobu. Kimdir Webb?
James Edwin Webb, 1961 ile 1968 yılları arasında görev yapmış
NASA’nın ikinci yöneticisidir. Amerika Birleşik Devletleri ilk insanlı uzay
uçuşlarını, Mercury ve Gemini programlarını kendi döneminde gerçekleştiren
Webb, bunun yanında insanlığın Ay’a ulaşmasını sağlayan Apollo programlarını da
başlatmıştır. Sadece insanlı görevlerle ilgilenmekle kalmayan Webb, NASA’nın
Mariner ve Pioneer robotik sondaları üzerinde çalışmaya başlamasını da
sağlamıştır.
James Webb Uzay Teleskobu gökbilimci bilim insanlarının heyecanla beklediği bir uzay cihazı, teleskobudur. Mayıs 2020 yılında uzaya fırlatılacak ve Dünyadan yaklaşık bir milyon altı yüz bin kilometre uzaklıkta Lagrange noktasındaki yörüngesine yerleşecektir. Bu yörünge konumu Dünya ile Ay’ın arasındaki mesafenin yaklaşık dört katı açıklıktadır. Bu teleskop Hubble’ın tamamlayıcısı özelliğinde planlanan bir kızılötesi teleskoptur. Asli görevi; evrende yer alan daha uzak gök cisimlerini gözlemlemek olacaktır.
Güneş sistemimiz…
Güneş Sistemimizin, Samanyolu gökadası içerisinde nerede yer aldığını biliyoruz. Dış sarmal kollardan bir tanesinin üzerindeyiz. Daha açık adres verecek olursak; gökada merkezini al sırtına, dışa doğru yirmi yedi bin ışık yılı devam et ve beşinci kolda dur. Bu kolun adı “Orion” koludur.
Dünyamızı bulmak için Güneşimizin sistemine dikkatli bakınca, Carl Sagan tarafından yapılan nitelemede ki gibi; “Soluk Mavi Nokta” olarak görünüyoruz, bizi görmeye çalışanlara. Ben şahsen oraların çok kalabalık olduğunu düşünüyorum ve bu konuya yazının sonuna doğru değineceğim.
İnsanoğlunun benmerkezciliği, kendisini büyük, önemli ve
vazgeçilmez görmesinin sınırı yok. Kendimizi bir dev aynasında görüyoruz ve bu
konuda Evrenin bizim için yaratıldığını iddia edecek kadar ileri dahi
gidebiliyoruz. Her şey ama her şey bugüne kadar sadece bu mavi küre de
oldu. Carl Sagan tarafından söylenen
şu cümle çok güzel bir yorum; “ Bütün savaşlar, bütün barışlar, bütün ünlüler,
bütün ünsüzler, bütün doktorlar, öğretmenler, sanatçılar, zanaatkârlar,
çiftçiler, işçiler, emekçiler, zulmedenler, zulüm görenler, bu ufacık,
"soluk mavi nokta" üzerinde var olmuştur.”
Bizler, yani insanlar. Bir tür primatız, daha doğrusu primat
soyundanız. Soyun insansı maymunlar ailesinin, büyük olanlarından. Mevcut
araştırmalar yaklaşık iki yüz bin ki, yeni araştırmalar ise yaklaşık üç yüz bin
yıl önce iki ayak üzerine kalktığımızı söylüyorlar. Anlaşılabilir davranışlara
ise sadece elli bin yıl önce sahip olduk. Bilim insanları bize Homo Sapiens de derler. Hızımız en fazla bir saat
sürede kırk beş kilometre yol alacak kadar olabilir. Boy ortalamamız yüz altmış
ila yüz yetmiş santimetre olup, ortalama yaşam süremiz seksen yılın bir dirhem
altında. Her şeye, her şekilde ve her zaman uyum sağlayabiliyor ve
alışabiliyoruz. Malzememiz böyle, bakalım bunlarla neler yapabileceğiz?
Neredeyiz…
Dünya Evren’in merkezinde değil ve gökadaların göreceli seyrek olduğu bir bölgede ki, bir gökadanın dış kollarından birinin üzerinde bulunan bir yıldızın etrafında dönmektedir. Bizim mahalle derken insanlıktan bahsediyordum aslında. Koca evrende bizim şehir Samanyolu gökadasıysa, “Güneş Sistemi ”de bizim mahalledir elbette.
Kimler yok ki burada; gezegenler, cüce gezegenler, uydular, kuyruklu yıldızlar ve pek çok irili ufaklı gök cismi ve gezegenler arası tozlar. Sadece Güneş'ten olan uzaklıklarına göre gezegenleri sıralamak isterim; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün.
Güneş sisteminde uzaklıklar AB birimi ile ölçülür ve bu birim
Güneş ile Dünya arası mesafedir, yani yaklaşık yüz elli milyon kilometre.
Boyutların her alanda şaşırtıcılığını gözler önüne seren bir
bilgi daha paylaşacağım; Sistemimizin bilinen
kütlesinin yüzde doksan dokuz virgül seksen altısını oluşturan ve yarattığı
çekim gücü sayesinde tüm sistemi beraber tutan sarı bir cüce kol olan
yıldızımız Güneş'tir. Sistemin geriye kalan bölümünün yüzde doksanından
fazlasını da iki gezegen Jüpiter ve Satürn oluşturur.
Teoriye göre yaklaşık dört buçuktan biraz fazla, beşten biraz az milyar yıl önce dev bir moleküler bulut içine çöktü ve bu çöküş Güneşimizin bir yıldız olarak oluşmasına giden süreci başlattı. Güneşin çevresindeki sistemin bir parçası olan gezegenlerin oluşumunu anlatan çok sade ve bence harika bir paragraf buldum; “Güneşin oluşumu sonrasında geride kalan gaz ve tozdan ibaret bulutsudan çeşitli gezegenler oluşmuştur. Bu oluşumun kaynaşma süreciyle olduğuna inanılmaktadır. Kaynaşma; gezegenlerin merkezde yer alan ön yıldız çevresinde dönen toz taneleri olarak başlamaları, yavaş yavaş bir ile on metre çapında topaklar hâline gelmeleri, daha sonra çarpışarak 5 km çapında gezegenciklere dönüşmeleri ve sonraki birkaç milyon yıl boyunca çarpışmalara devam ederek her yıl kabaca 15 cm kadar büyümeleri sürecidir.”
Devam ediyorum aktarmaya;” Güneş hidrojen yakıtını yaktıkça geride kalan yakıtı yakabilmek için giderek ısınır, dolayısıyla da daha hızlı yakmaya devam eder.
Sonuç olarak kabaca her bir virgül bir milyar yılda bir yüzde on oranında parlaklığı artmaktadır. Tahminlere göre bugünden yaklaşık altı virgül dört milyar yıl sonra Güneş'in çekirdeği o kadar sıcak olacak ki, daha az yoğun olan üst katmanlarda da hidrojen kaynaşması oluşmaya başlayacak. Bunun sonunda Güneş şu anki çapının kabaca yüz katı kadar genişleyecek ve bir "Kırmızı Dev" olacaktır. Sonra da oldukça artmış olan yüzey alanı nedeniyle soğumaya başlayacak ve parlaklığını yitirecektir. En sonunda Güneş'in dış katmanları ayrılacak ve geride olağanüstü derecede yoğun bir gök cismi olan "Beyaz Cüce" kalacaktır. Bu beyaz cüce Güneş'in ilk kütlesinin yarısına sahip olacak ancak büyüklüğü Dünya kadar olacaktır.” Bunlar olunca Dünya da, sistem de kalmaz elbette. Henüz zaman varken, vakit yeni koloniler bulma vaktidir.
Çok pahalı teleskoplarla uzaya bakıyoruz. Ne arıyoruz…
Bu son
bölümde iki konuya değinmek gerekli diye düşünüyorum; 1950 yılına ait Fermi
Paradoksu ve 1961’de yazılan Drake denklemi. İki farklı tarih ve kişi, ancak
kanımca iç içe geçmiş iki konu ve kanımca beraber işlenmelidirler.
İtalyan
fizikçi Enrico Fermi çok
mantıklı bir soru soruyor ve şaşırtıcı bir paradoksun isim babası oluyor. Diyor
ki; ”Dünya dışı olası yaşam çok güçlü bir ihtimal. Ancak bunca zamana karşın
neden hala bilimsel verilerle desteklenecek dünya dışı zeki bir yaşam izine
rastlamadık.”
Defalarca yazdığım etrafımız, tüm Evren milyarlarca
kere, milyarlarca kere yıldız, yıldız sistemleri ve yıldız fabrikaları ile
dolu. Evren fizik kuralları gereği bu sayıdan daha fazla sayıda da gezegen var.
Matematik olasılık hesapları gereği olarak ise, sadece bizim gökadamızda dahi
pek çok uygarlık olacaktır.
Bahsettiğimiz teleskoplar pek çok Dünya benzeri
gezegen bulmaktadırlar, yapılan hesaplara dayalı tahminler on yedi milyar dünya
benzeri gezegenin gökadamızda olacağı yönündedir. Tüm bu matematik ve bilimsel
gözlemlere dayalı görüşler ve hesap sonuçları, yaşamın uzayda var olabileceğini
ortaya koymaktadır. Ancak yaşam ve zeki yaşam birbirlerinden farklı konular
olup, denklemin düşünmemizi gerektiren bir diğer bilinmezi ise olası zeki
yaşamların davranış şekilleridir. Bir diğer görüş ise zeki yaşamın hakikaten
nadir olacağı ihtimalidir.
Ben bir UFO (Unidentified Flying Object / Tanımlanamayan Uçan Cisim) avcısı değilim. Dünya dışı zeki yaşamın olduğuna inanan, ancak UFO hikâyelerine pirim vermeyen bir kişiyim. Peki, neden hala dünya dışı canlılarla bir etkileşim yaratamadık veya iletişim kurmadık? Bunun bir cevabı kanımca uzayda aşılması gerekli mesafelerin müthiş büyük olması olabilir. Herhangi kütleye sahip olmayan cisimler ışık hızına ulaşabilir, ancak geçemezler.
Ben bir UFO (Unidentified Flying Object / Tanımlanamayan Uçan Cisim) avcısı değilim. Dünya dışı zeki yaşamın olduğuna inanan, ancak UFO hikâyelerine pirim vermeyen bir kişiyim. Peki, neden hala dünya dışı canlılarla bir etkileşim yaratamadık veya iletişim kurmadık? Bunun bir cevabı kanımca uzayda aşılması gerekli mesafelerin müthiş büyük olması olabilir. Herhangi kütleye sahip olmayan cisimler ışık hızına ulaşabilir, ancak geçemezler.
Biz ise kütlemiz olması sebebiyle ancak ışık hızının
bir bölümüne erişebiliriz. Biz henüz bu seviyelerin çok uzağındayız, ya
diğerleri? Belirli bir oransal yaklaşım ve hesaplama ile Samanyolu gökadası
gezegenlerinin keşfedilmeleri ve bağımlı yerleşimler haline getirilmeleri
yaklaşık olarak elli milyon yıl sürerdi. Yeterli zaman oldu ve neden henüz
böyle bir şey gerçekleşmedi? Yoksa etraftaki en zeki uygarlık biz miyiz veya
kafası sömürgeciliğe çalışan tek biz miyiz?