7 Mayıs 2021

Ege denizi - Αιγαίο Πέλαγος

                                                                    

    On iki yaşımdayken kanıma gireni, yıllardır aklımda olanı, geceleri rüyamda dolaşanı, hayalimi gerçekleştirmişim ve gelmiş bir de bana diyor ki; "Sen bu tekneyi Marsilya’ya getir"

    Binlerce yıldır Dünya’nın her köşesinden insanlar Ege’ye boşu boşuna geliyorlar da, ben mi Ege’den kalkıp uzaklara taşıyacağım Shqiptar'ı. Hem de bu ülke topraklarının, bu coğrafyanın, bu denizin, bu kıyıların, bu zeytin ağaçlarının, bu tarihin aşığı olan ben...

    Bunu yapacak adama, "Millet gider Mersin’e, sen gidersin tersine" bile demezler vallahi. Başka bir şey derler de aslında, onu da burada yazmayacağım.

    Bu güzel adalar denizi ismini nereden aldı diye durup tartışır insanlar, tartışmak onlara kalsın. Kafka’nın da dediği gibi benim de pek bir tartışasım, kafayı takasım yok bu sıralar böyle konulara. Ben neyi, hangi yaklaşımı seviyorsam onu taşıyacağım bu satırlara.

    Efsaneleri severim ve biraz özetleyerek aktaracağım bu denizin hikayesini aşağıda;

    Çok ama çok zaman önce Panathenaia sırasında, ki aslında Atina’da düzenlenen bir bayram ve onun şölenleri yapılırken olmayacak şey olur ve Girit kralının oğlu öldürülür.

    Acı tazeyken ve ortam gerginken kimse itiraz etmez. Ama kralın bu yüksek dağları, bu engin denizleri ben yarattım dercesine istediği kan bedeli ağırdır.

    Atina'dan her yıl yarı insan yarı boğa olan Minotaur'a kurban edilmek üzere, yedi tane bakire kız ve yedi tane bakir genç erkek gönderilecektir.

    Başlangıçta sakin, ancak sonrasında volkanlar kadar kızgın olan Atina kralı Aegeus, oğlu Theseus’u Minotaur’u öldürmeye gönderir;”Olur ki öldürdün, geri dönerken gemine beyaz bayrak çek. Yok öldüremedin ve sen öldün, geminin gönderine kara bir bayrak çeksinler diye de ekler.

    Efsanenin uzun hikayesinin sonuna doğru, başarı kazanmış olan oğul gurur sarhoşu bir şekilde Atina’ya dönerken babasının sözlerini yanlış hatırlar ve zaferini simgeleyecek olan beyaz bayrak yerine, başarısızlığın ve ölümün nişanesi kara bayrağı çeker gemisinin direğine.

    Kıyıdan gemi direğinde kara bayrağı gören gören talihsiz baba, oğlunun öldüğünü düşünerek kendisini denize atar ve böylesine trajik bir şekilde intihar eder.

    Bu dramatik olayla birlikte Atina körfezine ve ötesine Aegeus Pontos, yani Aegeus’un denizi, bizim deyişimizle Ege denizi denilmeye başlanır.

    1071 Yılında Malazgirt savaşı sonrası Anadolu’ya yayılan ve beylikler kuran Türk obaları ise bu denizin kıyısına, yaklaşık on yıl sonra 1081 yılında ulaşmışlar ve bu denize Adalar Denizi ismini vermişlerdir.

    Doğrudur da, Ege denizinde irili ufaklı yaklaşık 3000 parça ada ve kayalık bulunmaktadır. Bazıları ise kıyılara hakikaten çok yakındırlar. Sadece bu coğrafya yapısı bile, bu denizin sonradan batan bir kara parçasının üzerine Akdeniz’in hücum etmesi ve yerleşmesiyle oluştuğunu anlatmaktadır bizlere.

    Efsanesi tarihi, burnu adası, koyu kumsalı, balığı kalamarı, rakısı uzosu, güneşi ve keyfi bol olan böylesine bir deniz varken bırakılıp ta başka yere gidilir mi?

    Elbette Akdeniz’de ve Dünya’da görülecek başka sular, yelken basılacak başka denizler de var.

    Ama önce buraları ve denizcili bir sindirelim, Odysseus'un rotalarını bir yapalım, efsaneleri öğrenip Poseidon'nun gönlünü kazanalım, sonra gideceğiz ötelere.