9 Mayıs 2021

Açılacaksan Denizlere, Poseidon'u Bileceksin

                                                     

    Ege denizi yelken, adalar ve enginlikler demek değil sadece. Tarih demek, hikâye demek, masal demek ve efsane de demek bir yerde. Anlatılanları dinlemek, yorumlamak bir güzel ve yine ayrı güzel bu efsanelerin daha nicelerini biliyor olmak.

    O'da biliyordu elbette. İhanetin içinden gelen olarak, kendi başına gelecekleri O'da çok çok iyi biliyordu.

    Babasına ihanet etmişti. Şimdi umarsızca korkuyor ve oğullarına şüpheyle bakıyordu. Endişe içindeki Kronos karısı Reheia’dan da usul usul ürküyordu bir diğer taraftan. Ama öte yanda tanrı ve tanrıçaların anasının da canına tak etmişti artık. Diğer iki oğlu Zeus ve Hades’i de yuttuğu gibi onu, Poseidon’u da yuttu bu gaddar, hain ve korkak kocası.

    Ama Gaia ve Uranos’un kızı Reheia'yla baş edebilmek için Kronos bile hafif kalırdı. Numaranın, tuzağın her türlüsünü bilen O, kusturdu acımasızı. Tüm yuttuklarını çıkardı gün ışığına ve kavuştu sonunda evlatlarına.

    Devran döner, zaman geçer ve ancak o ihanet asılı kalır şu gök kubbede. Ne ekersen onu biçersin örneği, o gün geldi ve aynı onun yaptığı gibi bir ihanetle, bu kez onun çocuklarının ihanetiyle indirildi Kronos gökten.

    Peki nasıl paylaşılacak bu uçsuz bucaksız mavi gökler, engin denizler ve karanlık yeraltı. Sahipsiz mi kalacak onca şey. Karar verdiler aralarında ve kim nerenin efendisi olacak diye kura çektiler. Zeus mavi gökyüzünü, Hades karanlık yeraltı ülkesini ve Poseidon ise engin denizleri aldı.

    Yeryüzü ise biz insanlara kaldı, yaşayalım diye. Ama tanımak, bilmek gerek her üçünü de. Hele hele denizlerde açacaksan yelken, özellikle bileceksin Poseidon’u. Sadece bilmek te yetmez. Sen onu tanıyacaksın, o da seni bilecek ve aranız iyi de olacak. Biliyoruz arasının iyi olmadıklarına neler yaptığını, bu denizlerin hiddetli ve acımasız efendisinin.

    O ki, on yıl süren Truva savaşı sonrasında yıllarca süründürdü Odysseus’u yollarda. Anca birkaç hafta sürecek olan geri dönüş yolu, sürdü bir on yıl ve evine varamadı o zavallı çok uzun zaman.

    Ama O, aslında hak etmişti de bir diğer taraftanda bu başına gelenleri. Savaşacaksan onurunla savaşacaksın ve onurunla kazanacak veya yenileceksin. Nereden de çıktı şimdi bu hile?

    Odysseus çok akıllı, parlak pratik zekalı kralıydı İthaca’nın. Güzel Penelope ile evliydi ve Telemachus adında da bir oğlu vardı. Bu kadar uzun süreceğini bilemeden, ki daha doğrusu tahmin edilemezdi de ve kimse de edememişti zaten, katıldı savaşa.

    Olympos dağının tanrı ve tanrıçaları bu kadar parmaklarını sokmasalardı ve kurcalamasalardı, belki de daha önce de sonlanırdı bu Truva savaşı. Ya savaşı kazanır alırlardı şehri, ya da yenilip dönerlerdi evlerine veya ölürlerdi onurlu bir asker gibi savaş meydanında. Ama çok karıştılar bu dünya işlerine, şu Olympos dağının efendileri.

    Artık olmadı bu iş, geri dönüyoruz demek için de çok geçti. Boğuşma bunca yıl sürmüş ve çok kan akmıştı. Bir şekilde bu savaşı nihayetlendirmek, bu şehri almak, dillere destan zenginliklerini ve hazinelerini ele geçirmek gerekliydi. Ona boşuna kurnaz demiyorlar ve parmakla göstermiyorlardı. O'na sonradan çok pahalıya mal olacağını bilmediği bir fikri vardı aklında ve toplantı çadırında söz aldı Odysseus;

    ”Ey güçlü krallar ve korkusuz komutanlar, dinleyin beni. Olympos dağı efendileri bu işin içinde bu kadar oldukları sürece biz bu savaşı kazanamayacak, yapımına Poseidon’un da yardım ettiği bu surları aşamayacağız. Daha da kötüsü, bu bitmeyen savaş bizi bitirecek böyle giderse. Böyle boş ellerle eve dönersek, kimsenin yüzüne de bakamayız. Bu heybetli utanç, omuzumuzda oturur bir ömür. Ama benim bir fikrim var…”

    Aslında tüm krallar, komutanlar ve elbette tüm askerler de bıkmışlardı bu sonu gelmeyen savaştan. On yıldır bu surların önünde savaşıp duruyorlardı, neredeyse başka bir şey hatırlamaz olmuşlardı. Evleri, aileleri ve ülkeleri çok gerilerde, çok uzaklarda kalmıştı.

    Kurnazın fikri bir hileydi ve savaşçılığın mertliğine de aykırıydı aslında, ama bıkkın ve yorgun askerler sıcak bakıyorlardı. Herkes evini ve ailesini özlemişti ve özünde bir yerlerde de haklıydı Odysseus. Bu utançla yaşayamazlardı.

    Herkes, tüm ordu toparlandı, gemilere bindiler ve dönüş yoluna çıktılar. Asıldılar küreklere, bastılar yelkenleri bir akşam üstü. Ama giderken bu savaşın anısına bir hatıra, bir koca tahta at bıraktılar savaş meydanına, surların önüne.

    Biraz romantik bir ayrılış gibi gözükse de Truva halkına, acaba öyle miydi? Bu acı gerçeği sadece kör dilenci, zavallı kâhin bir kadın anlıyordu kendi kalp gözüyle. Ama onu da kimse dinlemiyordu.

    Gözcüler verdiler gemilerin ayrıldığı haberini ve terkedilmiş koca tahta atı buldular surların önünde. Zafer sarhoşu şehir aldı hediye atı surların içine ve çılgıncasına eğlenceler başladı. Ne de olsa on yılın yılgınlığı ve kaybedilen canların üzüntüsü vardı kalplerinde.

    Saatler geçti ve şölenlerin sonrası yorgunlukla herkes bir köşede sızdı kaldı, nöbetçiler bile. Sonra atın gizli bir kapağı açıldı ve içinde gizlenmiş Odysseus dahil kırk savaşçı gölgelere gizlenerek indiler ve açtılar şehrin kapılarını. Dışarıdaki zifiri karanlıkta sessizlik içinde bekliyordu, Truva halkının ebediyen gittiklerini sandıkları onun silah arkadaşları.

    Truva bir büyük tuzağa düşmüştü, sadece onlar değil aslında dağın efendileri bile habersizdi bu olacaklardan. Odysseus ta habersizdi sonradan başına geleceklerden, bu an onun lanetinin de başlangıcıydı. Aslında bir yerde de, ava giden avlanmıştı.

    Halk kılıçtan geçirildi, şehir yakılıp yağmalandı, ganimetler gemilere yüklendi, halktan sağ kalanlar köle pazarlarına giden tüccarlara verildi satılmak üzere.

    Bu hile ve bu savaş Olympos dağını da karıştırdı. Tanrı ve tanrıçaların bazıları Odysseus tarafındayken, diğerleri ise karşı taraftaydılar. Ama içlerinden bir tanesi çok, ama çok kızgındı ve Odysseus tam da onun avucuna düşmüştü.

    Poseidon’nun şiddetli öfkesi durulacak gibi değildi...