11 Ekim 2018

Soluk Mavi Nokta - Evren'de Dünya




Soluk Mavi Nokta neresi? Dünya. Bu benzetme kimin? Carl Sagan’ın. Pekâlâ, neden böyle bir benzetme yapmış Dünya için? Doksan iki milyar kere dokuz buçuk trilyon kilometre genişliğinde olduğunu tahmin ettiğimiz Evrenin, milyarlar kere milyarlarca gezegenlerinden birinin altı milyar dört yüz milyon kilometre uzaktan Voyager sondası tarafından çekilen fotoğrafını görmüş ve ondan öyle söylemiş. Oğlumun tabiriyle, başka işi yokmuş ta mı bu fotoğrafa bakmış? Onun işi buymuş ve iyi ki bakmış.

Bir takım konuları seçince üzerlerine araştırma yapıyorum, topladığım bilgileri birleştiriyorum ve yorumluyorum sonrasında. Bu yazı içinde çok yorum olmayacak. Zira benim, Onun ve diğerlerinin yazılarından bugün öğrenip söylemekte olduğum tüm şeyleri, kendisi bundan yirmi iki yıl önce söylemiş.

Yukarıdaki fotoğrafa bakmış ve demiş ki usta;


“…Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi oradadır. İnsanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı oradaydı. Her kral ve çiftçi, her âşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süper yıldız, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde yer aldı, bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde. Evrenin sonsuzluğu karşısında Dünya çok küçük bir sahnedir. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı. Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuş bizi, bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok. Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer. Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza…”

Hiçbir işaretleme olmasa ve Voyager sondasının çektiği resim önümüze gelse, şu koskoca uçsuz bucaksızlıkta o noktanın Dünya olduğunu kesinlikle bilemeyiz.


Yine Carl Sagan’ın bir sözüyle devam edelim; “Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne”. Çok haklı. Uzun Kilyos plajında bir kum tanesinden farklı değil gezegenimizin durumu. Fotoğrafın çarpıcılığı da burada değil mi zaten.

Pekâlâ, hiç soruyor muyuz kendimize, şu koca okyanustaki bir ufak kayığın üzerindeki bizler, bu kayığımıza nasıl bakıyoruz veya ona nasıl davranıyoruz diye. Cevap çok basit; kirletiyoruz, kötü, hoyratça, düşüncesizce, umursamazca ve akılsızca tüketiyoruz. Anlamsız davranıyoruz ve kendi kayığımızın dibini deliyoruz.


Dünyamızdaki çevre sorunları çılgın bir şekilde ve logaritmik bir çarpanla katlanarak büyüyor. İnsanoğlunun büyük çok büyük bir bölümü, umursamaz bir yaklaşımla; ya hayatta kalışının en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına, ya kendisine sağladığı yüksek hayat düzeyini kesintisiz sürdürmek adına, ya da maddi açgözlülük ile Dünyamızın bize sunduklarını sonuna kadar sömürüyorlar.

Yerküre bünyesinde bulundurduğu tüm yaşam ile koca evrendeki tek barınağımızdır. İnsanlığın yaşadığı bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki; Küresel ısınmanın başı çektiği ağır felaketler treni hızla üzerimize geliyor, geri dönülemez noktaya geldik geleceğiz ve hala kulaklarımız duymuyor bilim insanlarını.


İnsan nüfusu gezegenimizde son yirmi beş yılda yüzde otuz beş artarak yedi buçuk milyarı aştı.


Birleşmiş Milletler ajansının verdiği bilgiler ışığında konuşursak eğer; Dünya nüfusunun bu artış hızının sürmesi, bizi iki bin elli yılında dokuz buçuk milyarın üzerine, iki bin yüz yılına kadar ise yaklaşık on bir milyara taşıyacak. Ancak bu arada, gezegeni bizimle paylaşan diğer canlılar ise yüzde elli sekiz azaldı. Bu bizim dışımızdakilerin yaşam haklarına itibar etmiyoruz demektir.



Ormanları yok ediyoruz, doğayı katlediyoruz. Son kısa dönemde ormanlık alanlar kabaca yüzde yirmi beş azaldı. Bizim dışımızdaki tüm biyolojik yaşamın yok olmasına sebep oluyoruz. Yerküre beş büyük yok oluş yaşadı. Beş yüz kırk milyar yılda beş defa türler yok oldu. Farkında mıyız, şu anda altıncısı süregeliyor. Bu defa insanoğlu eliyle oluyor. Biyolojik çeşitlilik hızla geriliyor ve canlı türleri yok oluyor. Sıranın kendisine geleceğini umursamıyor bile Âdemoğlu. Dünya üzeri karalarda ve denizlerde cansız, bir diğer deyişle ölü bölgelerin sayısı artıyor. Altı yüz adedi aşalı çok oldu bile.  Dünyada insanların ulaşabileceği temiz su miktarı ciddi oranda azalırken, fosil yakıt kullanımı sebebiyle atmosfere saldığımız karbondioksit gazı miktarı bir o kadar artıyor. Dünya iklimindeki şaşırtıcı olumsuz davranışlar, hey yıl kötü gidiş çıtasını yukarı taşıyor.


Bu yazıya nasıl Carl Sagan ile başladıysak, yine onun çarpıcı bir sözüyle son verelim;
“…Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki yalnızlığımızda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok…”

Bu da benden olsun. Ya alıp başımızı hemen gidelim buralardan, ya da daha fazla zaman kaybetmeden ve sorumluluğu başkalarına yıkmadan her birey olarak aklımızı başımıza devşirelim.