Soluk Mavi Nokta neresi? Dünya. Bu benzetme kimin? Carl Sagan’ın.
Pekâlâ, neden böyle bir benzetme yapmış Dünya için? Doksan iki milyar kere
dokuz buçuk trilyon kilometre genişliğinde olduğunu tahmin ettiğimiz Evrenin,
milyarlar kere milyarlarca gezegenlerinden birinin altı milyar dört yüz milyon
kilometre uzaktan Voyager sondası tarafından çekilen fotoğrafını görmüş ve
ondan öyle söylemiş. Oğlumun tabiriyle, başka işi yokmuş ta mı bu fotoğrafa
bakmış? Onun işi buymuş ve iyi ki bakmış.
Bir takım konuları seçince üzerlerine araştırma yapıyorum,
topladığım bilgileri birleştiriyorum ve yorumluyorum sonrasında. Bu yazı içinde
çok yorum olmayacak. Zira benim, Onun ve diğerlerinin yazılarından bugün
öğrenip söylemekte olduğum tüm şeyleri, kendisi bundan yirmi iki yıl önce
söylemiş.
“…Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve
tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde
bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan
din, ideoloji ve iktisat öğretisi oradadır. İnsanlık tarihi boyunca yaşayan her
avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve
yıkıcısı oradaydı. Her kral ve çiftçi, her âşık çift, her anne ve baba, umut
dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süper yıldız, her
"yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde yer aldı, bir
günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde. Evrenin sonsuzluğu
karşısında Dünya çok küçük bir sahnedir. Bütün o generaller ve imparatorlar
tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz
tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların
başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından
uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler,
birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok
nefret ediyorlardı. Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende
ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık
noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde
yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuş bizi, bizden
kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok. Dünya, üzerinde hayat
barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte,
gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz.
Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer. Gökbilimin
mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de
insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir
fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu
vurguluyor ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza…”
Hiçbir işaretleme olmasa ve Voyager sondasının çektiği resim önümüze gelse, şu koskoca uçsuz bucaksızlıkta o noktanın Dünya olduğunu kesinlikle bilemeyiz.
Yine Carl Sagan’ın bir sözüyle devam edelim;
“Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne”. Çok haklı. Uzun
Kilyos plajında bir kum tanesinden farklı değil gezegenimizin durumu.
Fotoğrafın çarpıcılığı da burada değil mi zaten.
Dünyamızdaki çevre sorunları çılgın bir şekilde ve logaritmik bir
çarpanla katlanarak büyüyor. İnsanoğlunun büyük çok büyük bir bölümü, umursamaz
bir yaklaşımla; ya hayatta kalışının en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek
adına, ya kendisine sağladığı yüksek hayat düzeyini kesintisiz sürdürmek adına,
ya da maddi açgözlülük ile Dünyamızın bize sunduklarını sonuna kadar
sömürüyorlar.
Yerküre bünyesinde bulundurduğu tüm yaşam ile koca evrendeki tek
barınağımızdır. İnsanlığın yaşadığı bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki; Küresel
ısınmanın başı çektiği ağır felaketler treni hızla üzerimize geliyor, geri
dönülemez noktaya geldik geleceğiz ve hala kulaklarımız duymuyor bilim
insanlarını.
İnsan nüfusu gezegenimizde son yirmi beş yılda yüzde otuz beş
artarak yedi buçuk milyarı aştı.
Birleşmiş Milletler ajansının verdiği bilgiler ışığında
konuşursak eğer; Dünya nüfusunun bu artış hızının sürmesi, bizi iki bin elli
yılında dokuz buçuk milyarın üzerine, iki bin yüz yılına kadar ise yaklaşık on
bir milyara taşıyacak. Ancak bu arada, gezegeni bizimle paylaşan diğer canlılar
ise yüzde elli sekiz azaldı. Bu bizim dışımızdakilerin yaşam haklarına itibar
etmiyoruz demektir.
Ormanları yok ediyoruz, doğayı katlediyoruz. Son kısa dönemde
ormanlık alanlar kabaca yüzde yirmi beş azaldı. Bizim dışımızdaki tüm biyolojik
yaşamın yok olmasına sebep oluyoruz. Yerküre beş büyük yok oluş yaşadı. Beş yüz
kırk milyar yılda beş defa türler yok oldu. Farkında mıyız, şu anda altıncısı
süregeliyor. Bu defa insanoğlu eliyle oluyor. Biyolojik çeşitlilik hızla
geriliyor ve canlı türleri yok oluyor. Sıranın kendisine geleceğini umursamıyor
bile Âdemoğlu. Dünya üzeri karalarda ve denizlerde cansız, bir diğer deyişle
ölü bölgelerin sayısı artıyor. Altı yüz adedi aşalı çok oldu bile. Dünyada
insanların ulaşabileceği temiz su miktarı ciddi oranda azalırken, fosil yakıt
kullanımı sebebiyle atmosfere saldığımız karbondioksit gazı miktarı bir o kadar
artıyor. Dünya iklimindeki şaşırtıcı olumsuz davranışlar, hey yıl kötü gidiş
çıtasını yukarı taşıyor.
Bu yazıya nasıl Carl Sagan ile başladıysak, yine onun çarpıcı bir
sözüyle son verelim;
“…Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz
zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki yalnızlığımızda, bizi bizden kurtarmak için
yardım etmeye gelecek kimse yok…”