26 Nisan 2019

Kara Göründü - Ötegezegenler


Karar vermişti bir kere ve inatçıydı…
Bu yolculuğu çok uzun süredir tasarlıyordu, ölçmüş biçmiş ve kazanacağı ün ve servetin hayalini bile kurmaya başlamıştı. Ama bir sorunu vardı, daha doğrusu bu seferi karşılayacak parası yoktu. Yolculuğun ihtiyaçlarını sağlayacak parayı ve ihtiyacı olan gemileri verecek gerçek bir babayiğide ihtiyacı vardı. Avrupa’da çalmadık kapı bırakmamış, ama kapıların hepsi yüzüne kapanmış ve maalesef sonuç alamamıştı.
Onun bildiği adıyla Konstantinopolis ve yeni adıyla Kostantiniyye’nin efendisinden yardım isteyebilirdi. Gerçi o kimsenin aşamadığı surları aşan ve Türklerin cihan padişahı dedikleri genç hükümdar sultan Mehmet han, sadece birkaç sene önce ve henüz daha kırk dokuz yaşındayken vefat etmişti. Ancak belki yerine geçen oğlu verirdi istediklerini. Ancak Sultan Bayezid Han da, tuhaf  bir şekilde karşısına çıkan bu hayalperesti ciddiye almayarak, talebini reddetti.
Tam kimse fikirlerime değer vermiyor kabusunu yaşarken, bir anda şeytanın bacağını kırdı, İspanya’dan yardımı kaptı ve üç gemiyle denize açıldı.
Ver elini batı…
Yolculuk ayrı hikaye. Yelkenler dolu dolu on hafta geçmesine rağmen herhangi bir kara parçasına rastlamamışlardı. Bu durum tayfalar arasında huzursuzluk ve hatta isyana varacak kadar gerginliğe kadar bile yol açtı. O ise bu aşamada hayatının kumarını oynadı ve tayfasından sadece on gün istedi.
Kısacası ya hep, ya hiç…
Onuncu gün olanlar oldu ve  “Kara göründüüü….” diye bağırdı nihayet direğin üzerindeki gemici ve işte kaptanın sonradan San Salvador, ki kurtarıcı İsa anlamında da kullanılır,  adını vereceği ada karşılarına çıkmıştı. Rastgeldikleri kara parçası için seçtiği isim gerçekten harikaydı aslında, tayfalar kızgındı ve onun da hayatını kurtarmıştı bu ada.
Bin dört yüz doksan iki yılının sonbaharında Bahama adalarından Guanahani'ye ulaştı küçük filo. Ardından Küba'yı da gördüler, ancak burası olsa olsa Japonya olur demişti bizim kaptan.
Evet, Latince okunuşuyla Christopher Columbus, her ne kadar farkında değildiyse bile ve kalan tüm yaşamı boyunca da farkına varamadıysa da dahi, Amerika kıtasını, yani yeni dünyayı keşfetmişti gerçekte.
O gün Dünya’yı dolaşan kaşifler, bugün de uzayda dolaştırdıkları meraklı ve akıllı teleskoplarıyla yeni dünyaları, nam-ı diğer “Ötegezegen”leri arıyorlar.
O zaman biz de her zaman olduğu gibi sorularımızı sormaya başlayalım.
Ne demek ötegezegen?
Her fırsatta Samanyolu gökadasında yaklaşık üç yüz milyar yıldız olduğunu tekrarlıyorum ve onlar ışık saçtıkları için kolaylıkla görebiliyoruz. Ya karanlıkta kalan ve sadece yıldızlardan üzerlerine gelen ışığı yansıtabilen gezegenlere ne demeli…
Biz sadece kendi yıldızımızın sistemindeki gezegenler ile yakından ilgiliyiz, ya güneşimizin sistemi dışında bulunan gökadamızdaki diğer gezegenler? İşte bu gezegenlere “Ötegezegen” deniyor. Dolayısıyla kendi yıldız sistemimiz dışına, yani ilgi ve araştırma yoğunluğumuzu diğer yıldızlara doğru yöneltmek durumundayız.
Kaba bir ortalama görüşle, her yıldız başına en az bir gezegen düşüyor gibi düşünsek ve böyle olunca da, sadece kendi gökadamız Samanyolu bünyesinde en az üç yüz milyar ötegezegen var demektir. Uzun lafın kısası şu koca evrende hangi tarafa bakarsak bakalım, irili ufaklı pek çok gezegen ile etrafımızın sarılı olduğunu bilelim.



Pekala gelelim ikinci soruya ve soralım; ilk ötegezegen ne zaman keşfedildi?
Zor bir soru ve cevabı da aslında o kadar da önemli değil kanımca. Yaklaşık otuz yıl diyelim.
Bu kadar yakın bir tarih için neden bu kadar şüpheli yaklaşım sergilediğim merak edilecektir. Zira keşfedilen ötegezegene ait ortaya sunulan kanıtlar, ki kanıtlar bilimsel olacak elbette, bilim dünyası tarafından yetersiz bulunduğu taktirde keşif uzunca bir süre rafta beklemek durumunda kalmaktadır.
Bu bağlamda basit gibi görünen bu sorunun cevabı aslında bizim adımıza zor. Ama şunu söyleyebiliriz ki, bilim dünyasının onayladığı ilk ötegezegen, Ekim bin dokuz yüz doksan beş tarihli. Jüpiter’in yarı büyüklüğünde olduğu tahmin edilen “51 Peg b”. Tam adı 51 Pegasi Bellerofon’dur , “51 Peg b” diye kısaltılır ve bize elli ışık yılı uzaklıktadır.
Örneğin aşağıda çizimi bulunan ilk ötegezegen kendi yıldızına o kadar yakın ki, gezegenin yüzeyindeki yüksek sıcaklıktan ötürü yaşam barındıramayacağı kesindir. Yarıçapı yüz otuz beş bin sekiz yüz otuz kilometre olup, yıldızı çevresindeki dolanım süresi ise sadece yüz iki saattir.




O günden bu güne sayıları sadece birkaç binle ifade edilebilecek sayıda ötegezegen bulundu. Ancak bilinmesi gereken önemli konulardan bir tanesi de, bulunan her ötegezegenin bizim bildiğimiz yaşam şekillerine uygun olmadığıdır. Sıra yeni sorumuzu sormaya geldi.

Ötegezegenleri neden arıyoruz?

Ana hedef evrende yaşam arayışı ve biz eğer bir gün gidebilirsek, kendimiz için yerleşebilecek ve rahat yaşayacak bir yer aramak.

İnsanoğlu hep göklere bakmıştır, oralardan yardım ummuştur ve hep sormuşuz acaba şu koca evrende yalnız mıyız veya bizden başka canlılar var mı diye. Doğal olarak bildiğimiz yaşam biçimlerini aramaktayız ve yine bu bağlamda bildiğimiz yaşam şekline zemin hazırlayabilecek dünyaları.

Bildiğimiz şekildeki canlı yaşamın önceliği, gezegenin üzerinde organizmaların varlıklarını sürdürebilecekleri bir bölgede bulunmasıdır. Bölge dediğimiz gezegenin kendi yıldızına olan uzaklığıdır. Doğal olarak bu bölgenin tanımı, yıldız ve gezegen uyarınca farklılıklar gösterebilecektir. Kendi sistemimiz adına bu bölge “Venüs, Dünya ve Mars” gezegenleri aralığına eş gelmektedir.

İkinci koşulumuz su. Bildiğimiz tür canlı yaşam suyla başlıyor ve devam edebilmek için de suya ihtiyacı var. Bu bağlamda aradığımız gezegenin suya sahip olması gerekir. Bu konuda doğal olarak eskinin bilgi düzeyine göre çok daha fazla şey biliyoruz. Suyun sadece gezegenimiz Dünya’ya özel olduğunu düşünürken, bugün evrende çok farklı noktalarda da su olduğunu kesinlikle biliyoruz.

O kadar uzağa gitmeye de gerek yok; kendi yıldız sistemimizdeki birtakım uydular da bile su okyanuslarının bulunma ihtimali oldukça ve oldukça yüksek. Örneğin Satürn’ün uydusu Encaladus, diğer örnek ise Jüpiter’in uydusu Europa. Europa’nın biraz daha özel olduğunun altını çizerek, belki ileride bir yazıda daha da detaylı inceleyebileceğimizi belirtmek isterim.



Nasıl arıyoruz ötegezegenleri?

Farklı ve birbirlerini tamamlayan yöntemler var ve ancak en basit anlatımla; gezegenler, etraflarındaki yörüngelerinde yol aldıkları yıldızlar üzerinde yarattıkları kütle çekimi etkileri sayesinde fark edilirler.
Peki, nedir bu sözü edilen etki?
Kısacası bu yıldızın yalpalaması durumudur. Bir yıldızın yörüngesinde dönen bir gezegen olması durumunda, gezegenin sebep olduğu çekim kuvveti sebebiyle yıldızın yalpalar, farklı bir ifadeyle bu durum yıldız da “Radyal Hız” farklılığına sebep olur. Yıldızın bu yalpalamasını, çekiç atmakta olan bir atletin elindeki çelik telin ucundaki çekici çevirirken maruz kaldığı yalpalama hareketiyle kolaylıkla açıklayabilirim diye düşünüyorum.



Yıldızın bu hareketi, pek çok ışık yılı uzaklıkta bulunan Dünya’daki bir gözlemciye yaklaşıp uzaklaşan bir ışık kaynağı olarak görünecektir. Görüldüğü gibi, keşif hakikaten oldukça yoğun bir çaba gerektirmektedir.
Radyal hız ise, değişmekte olan ışınımın ölçülmesiyle hesaplanır ve bu sayede bir gezegenin varlığını anlayacağımız gibi, bu gezegenin büyüklüğünü de tahmin edebilmekteyiz.

Bugüne kadar kaç tane ötegezegen bulundu?


Bu sorunun cevabını şöyle vermeye çalışacağım. Ağır ağır ve neden ve nasıl bir muazzam yapının bir parçası olduğumuzu hatırlatmaya çalışarak.
Tahminen ve yaklaşık on dört milyar yaşındaki ve yine tahminen ve yine yaklaşık doksan iki milyar ışık yılı genişliğindeki evrenimizi bildiğimizi kabul edelim. Aslında sadece yüzde birinden haberdarız ki, farklı teorilere göre sonsuz sayıda ve komşu farklı evrenler de olabilecektir. Evrenimiz bünyesinde bulunan ve tahminen üç ila dört yüz milyar gökadanın ki, bu sadece tanımlayabildiğimiz evren olarak kabul edilmektedir, bir tanesinin parçasıyız.
Gökadamız, Samanyolu’nun yaşı on üç milyarın biraz üstünde ve genişliği yaklaşık olarak yüz yirmi bin ışık yılı. Yine burada bulunan tahmini üç ila dört yüz milyar yıldızın, yine tahminen eeeeen az yaklaşık dört yüz milyar gezegeninin, olasıdır ki yüzde on yedisi Dünya büyüklüğündedir. Ama bu tahmin de, yalnız başına pek bir şey ifade etmiyor.
Son yıllar içinde teknolojideki gelişmeler ve buna paralel gelişen matematik sayesinde anlamaya başladık ki, sadece bize ait olduğunu düşündüğümüz bizim Samanyolu gökadası ancak ve sadece bizim yuvamız olmayabilir.
Bu evrendeki şehrimiz diyebileceğimiz gökadamızda milyarlarla sayılacak kadar ötegezegen, ki biz bunların sadece birkaç bin tanesini bulabildik, sayısını tahmin edemeyeceğimiz sayıda ve yüzeyinde yaşam barındırabilecek başka gezegenler de kesinlikle olacaktır. Daha ötesine gider ve bir başka yazımın bir cümlesini buraya taşıyarak, olası tahminler uyarınca yüz milyonlar mertebesinde uygarlığın olduğu bir gökadada bulunduğumuzu dahi düşünebiliriz. Hatta bir adım daha giderek diyebiliriz ki; ve belki bu arayışımızda yalnız bile olmayabiliriz.
Ama şu ihtimali gözardı etmemek gerekir; belki bizden ileri bir teknoloji, belki bizden geri veya belki sadece mikrop düzeyinde. Aslında çok hoş ve bir o kadar da gergin bir teori.
Ancak bu durumun umut veya gerginlik yaratabilmesi için, söz konusu gezegenin “Goldilocks Zone”, yani “Yaşanabilir Bölge” içinde yer alması gerekir elbette. Daha önce konuşmuştuk ve bu bölgeyi şöyle anlatabiliriz; gezegenin yüzeyinde su bulundurabilmesine olanak sağlayacak ısı ve jeolojik şartlara sahip olabilmeleri için, yıldızlarına olan uygun mesafeyi ifade eder bu tanım. Bugün için bilim insanları ellinin üzerinde farklı gezegende yaşam olabileceğine dair kabul edilebilir şüphelere sahiptirler.
Evimize en yakın ötegezegen hangisi?


Yukarıdaki Proxima Centauri B.
Güneş’ten dört ışık yılından biraz daha fazla uzak olan Proxima Centauri isimli cüce yıldızın yörüngesinde dolaşan bir gezegen. Gezegeninin kütlesi, Dünya’nın yaklaşık olarak bir buçuk katına yakın. Kendi çevresini bize göre on bir defa daha uzun sürede dönüyor. Yani bir günü on bir Dünya gününe eşit. Bir diğer deyişle o gezegende gün bize göre on bir kat daha uzun. Anlaşıldığı kadarıyla üzerinde dev su okyanusları da bulunuyor. 
Dünya’ya en çok benzeyen ötegezegen hangisi?
Dünya'ya en çok benzeyen ötegezegeninin, bizden bin dört yüz ışık yılı uzaklıkta olan Kepler 452b olduğu düşünüyor bilim insanları.



Yapılan incelemeler sonucu ultraviyole ışık seviyesi erken yaşama yol verebilecek düzeyde ve gerekli kimyasal reaksiyonları başlatabilir burada. Bu gezegende yaşamın oluşabileceği hakikaten yüksek ihtimal dahilinde olası. Gezegen ne çok sıcak ne de çok soğuk. Kuzenimizi evimizden biraz daha büyük ve daha ağır olduğu için ''Süper Dünya'' olarak ta adlandırabiliriz.
Yıldızı olan Cygnus, Güneş'ten biraz daha parlak ve iki milyar yıl daha yaşlı. Kuzenimizde ince bir atmosfer, su ve aktif volkanlar bulunuyor.
Artık son sorumuzu soralım. Ötegezegenlere gidebilecek miyiz?
Şimdilik biraz zor gözüküyor bu dilek. Bu durumu daha iyi anlamak için, eski yazılarımdan biri olan “Uzay’da Dalga Sörfü ”adlı yazıyı okumanızı öneririm.
Bir Fransız sözünü değiştirerek kullanmak ve bu yazıyı o şekilde sonlandırmak isterim;

“İmkânsız insanların bildiği bir kelime değildir.”