“Bu
şövalyeler ne sanıyorlar kendilerini, benden hiç mi korkmuyorlar?” diyerek
gürlediğinde kapıdaki nöbetçiler bile irkildiler.
Gelen
tatsız baskın haberleri hiddetlendirmişti O’nu. Uzun yıllardır şövalyeler sanki
dokunulmazlarmışçasına adada taht kurmuşlar ve umursamaz bir korsanlık
sürdürüyorlardı. Gemileri gasp edip, uzak yakın kıyıları vuruyorlardı. Bu
yöreleri soyuyorlar ve insanlara zorbalık yapıp onları köle olarak
alıkoyuyorlar ve hatta sadece zevk için bile köylülere işkence ediyorlardı.
Binlerce köylüyü tutsak almışlardı.
Kalelerine, surlarına çok güveniyorlardı, bir de papalıktan olası durumda
gelecek yardıma. Ne de olsa Akdeniz’i O'nun kontrolü altına almasının önündeki tek
önemli güç sanıyorlardı kendilerini.
Bunu
Avrupa’da herkes böyle düşünüyordu. Ama İstanbul’un efendisi de kızmıştı bir
defa. Kanuni Sultan Süleyman Rodos Şövalyelerine dur demenin vaktinin
geciktiğinin farkındaydı.
Sultanın kızgınlığı sakinleşecek, hiddeti durulacak gibi değildi. Akdeniz’i istiyordu O, Anadolu’dan Mısır’a kadar ülkeler Osmanlı topraklarına katılmıştı zaten. “Acil divan-ı hümayûn toplansın” diye emretti tekrar gürleyerek. Paşalar arasındaki ve genel hava ikiye bölünmüşlük gösteriyordu ve derin fikir ayrılıkları vardı. Ancak sultan, ordunun toplanmasını ve donanmanın yola çıkmasını ferman buyurdu. O zaten casusları aracılığıyla, Rodos adası hakkında yeterince bilgi toplamıştı.
“Kur’an-ı Kerim’in emrini yerine getireceğiz ve üstada-ı azam’a bir
mektup göndereceğim” diye tekrar söylendi sultan, her ne kadar kızgın olsa dahi.
“Teslim olacaklar ve eğer itaat ederlerse şövalyelerin hürriyetleri ile
mallarına dokunulmayacak. Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah, O’nun
elçisi olan Hz. Muhammed ve diğer Peygamberler adına yemin olsun.” diyordu
cihan padişahı.
Zamanlama da iyiydi aslında tüm Avrupa devletleri yine birbirlerine
düşmüşler ve Rodos ile ilgilenebilecek durumda değillerdi bu aralar. Donanma
başkentten demir aldı ve harekete geçti, kendisi de kara ordusuyla Marmaris’e
inecekti. Yüz bin adam Anadolu’yu kuzeyden güneye yürüyordu.
Nihayet
büyük sultan geldi Marmaris’e. “Kentin Ulu’su kimdir? Kimin duasını talep
edelim,” diye sordu. Sarı Ana’yı söylerler. Yanına varır elini öper. Sarı Ana
bir tek sarı ineğiyle bütün orduyu doyurur. Kanuni Sultan Süleyman sorar: “Sarı
anam deyiver Rodos’u alacak mıyız?” Sarı Ana’nın yanıtı şöyledir. “Ordunda
kimsenin yanında haram nesne yoksa zafer senindir.” Kanuni meraklanır: “Bunu
nasıl anlayacağız, Sarı Anam, bize bildir,” der.
Sarı
Ana’da “Şimdi armut mevsimidir. Askerlerin torbasına baksınlar. Armut varsa bu,
Marmaris bahçelerinden toplanmış haram nesnedir. Ancak benim de bir dileğim
var. Torbasından haram çıkana bir şey yapmayacaksın. Onu gazadan alıkoy. Bu ona
en büyük cezadır” der.
Kanuni torbaları aratır. Birkaçından armut çıkar. Sahiplerini memleketlerine gönderir. Sonrasında kazanılan savaşın sonucundan keyiflidir muzaffer sultan.
Sarı
Ana yöre halkının inancına göre balıkçıların, denizcilerin koruyucusudur.
Denizde zor durumda kalanlar ondan medet umarlar O'da yardımlarına koşar.
Shqiptar’ın hemen yanı başında gördüm türbesini Sarı Ana’nın ve merak ettim, buymuş hikayesi.